Adım atıyorum. Bir…iki… adımlarımı sayıyorum üçç. Dört… işte bir
merdiven. yukarı çıkmalıyım. Kimi bulmalıyım.hımmm…elimdeki kağıda göre
….ımmm. kimseyi. Şükürler olsun tanrım sanırım burada rahat
bırakacaklar. Merdivenin tam karşısındaki duvar dahil olmak üzere bütün
koridor boyunca küçük raf sistemleri var ve inanılmaz küf kokuyor
burası. Ne kadar da eski bu raflar…klasik bir kütüphane katalog tarama
sistemi işte küçükdikdörtgen kağıtlar delinerek demir bir çubuğa dizin
gereğince sıralanıp çekmecenin karanlığına gömülüyor. Şöyle bir göz
atıyoruz ….
Şapka ve şapkacılık tarihi, şapka devrimi, şapka yapımı, moda ,
aksesuar, hımmmm…rafların arasında neredeyse kaybolmuşken size nasıl
yardımcı olabilirim? Sesin sahibiyle gözgöze geliyorum. İnanılmaz uzun
boylu bir kadın ve boynu kesinlikle bir kuğudan ödünç alınmış olmalı
diye düşünüyorum. Şeyyy.. ben. Şapka.16. yüzyıl. Kadının zümrüt gözleri
var ve engel olunamaz bir hisle her an sihrine maruz kalacakmışım da
kaçmam gereken bir sihirbazmış gibi tedirgin oluyorum. Peki. Cümle
kurmalıyım. Ben 16.yüzyıl şapka sanatıyla ilgileniyorum. Doğru cümle bu
sanırım. “tabi 16. yüzyıla ait silindir bir şapka takan adamın bu
şapkayla olan ilişkisini arıyorum cümlesi oldukça saçma olurdu,
gülüşmeler.” portatif bir merdiveni de daima beraberinde
taşıdıklarından artık emin olduğum bu cücelerin aslında buraya ait en
sevimli şeyler olduğunu itiraf etmeliyim. Zira merdivenin tepesinde
oturan iki cüceden biri diğerinin tırnaklarına oje sürmeye çalışırken
tırnaklarına oje sürülen küçük yaratık hem inanılmaz hoşnutsuz “sana
bordo sür demiştim mavi olur mu hiç aptal çünkü ben gece rengi
giyineceğim” deyip hem de bana laf yetiştirebiliyor. Peki biraz daha
daraltamaz mıyız aradığınız konuyu? Hımmm. Ama gülünç olacak diyorum.
Hiç de değil denemelisiniz diyor. Hımmm. Pekala. Iııııı sanıyorum 45.
koridorda rastladığım 16. yüzyıl kostümlü silindir şapkalı bir adamı
arıyorum en son bir filmden bahsediyorduk sonra ben…. İşte burada! Kadın
elinde dikdörtgen katlanmış bir kağıtla karşımda duruyor. Bunu arıyor
olmalısınız diyerek gülümsüyor. Şaşkınlığımı gizleyemiyor oluşumdan
kaynaklı olsa gerek daha önce de bu konuda bilgilendirilmiş olmalısınız,
sözcük evi’nde daima ne aradığınızı bilmelisiniz, tıpkı dışarıda
olduğu gibi öte yandan her şeyin kitaplarda yazacağını düşünmek ne
saçmalık! diyerek kağıdı bana uzatıyor:
Dışarıyı içeriden ayıran sınır çizgisi üzerine
"…Dışarıdan araba küçük görünür; içine girerken bazen
klostrofobiye kapılırız, ama içine girdikten sonra araba birdenbire çok
daha büyük görünür ve kendimizi gayet rahat hissederiz.Bu rahatlık için
ödenen bedel, “içeri” ile “dışarı” arasındaki her türlü sürekliliğin
yitirilmesidir. Bir arabanın içinde oturanlara, dışarıdaki gerçeklik
biraz uzak, camın cisimleştirdiği bir engel ya da ekranın öte tarafıymış
gibi gelir. Dış gerçekliği, arabanın dışındaki dünyayı, arabanın
içindeki gerçeklikle dolaysız bir süreklilik içinde olmayan “bir başka
gerçeklik”, bir başka gerçeklik tarzı olarak algılarız. Bu süreksizliğin
kanıtı, pencereyi birdenbire indirip dış gerçekliğin, maddi
mevcudiyetinin bütün yakınlığıyla bize çarpmasına izin verdiğimiz zaman
üstümüze çöken tedirginliktir. Tedirginliğimiz, bir koruyucu perde
işlevi gören pencerenin emniyetli bir mesefade tuttuğu şeyin aslında ne
kadar yakın olduğunu birdenbire deneyimlemekten gelir. Ama arabanın
içinde, kapalı camların ardında emniyette olduğumuzda, dışsal nesneler
deyim yerindeyse, bir başka moda taşınırlar.Sanki gerçeklikleri askıya
alınmış, parantaze alınmış gibi temelde “gerçekdışı” bir görünüm
verirler. Kısacası, pencere perdesine yansıyan bir tür sinematik
gerçeklik gibi görünürler(…)(Zizek Slavoj, 2008 syf:30)
"Bu ne şimdi? Her iki durumda da aklımı koruyamamış olduğum açık.
Dışarıdayken ve sözcükevindeyken. Arabanın (kelimelerin, cümlelerin,
sözcükEvinin, odaların, koridorların vs) içindeyken bir pencere ya da
dil, imge yardımıyla ayrılmışken “dışarıdan”, dışarı da bu durumda
“içeri”den aynı şekilde ayrılmamış mıdır? Sizin içerde oluşunuz aynı
zamanda dışarının “sürekliliği”ni ve “gerçekliğini” kesintiye uğratmaz
mı? Aklımı korumalıyım. Bu kaçkın yerde okuma koltuğumu, kedimi
özlediğimi itiraf edebilirim ve tanrım ağlamak beni Alice’e tam da bu
sahnede “beni oku” emsali bir kağıt parçasıyla ne de çok benzer kılacak.
"(…)Bir yeri duvarla ya da çitle çevirir çevirmez, “içeri”yi
dışarıdan bakan bir gözün görebileceğinden daha geniş bir yermiş gibi
deneyimleriz. Süreklilik, orantı mümkün değildir çünkü orantısızlık
(“içeri”nin “dışarı”ya göre sahip olduğu fazla/artı), tam da içeriyi
dışarıdan ayıran engelin zorunlu, yapısal bir sonucudur. Bu orantısızlık
ancak engeli yıkarak, dışarının içeriyi yutmasına izin verilerek
ortadan kaldırılabilir (…)(Zizek Slavoj, 2008 syf:30)
"Bir imge “gerçekliğin” sürekliliğinin kesintiye uğraması mıdır? Ya
da yaşamın “sürekliliğinin” en “makul”, en “kaçkın” kabul edilebilirliği
midir? Bir imge nedir? Ya da gerçek? Odaların birinden gelen oldukça
sinirli erkek sesini duyuyorum duymamam gerektiğini düşünüyorum. Bu
sarmal kelimeler, düşünceler ve odalar arasında birinin bana burada ne
işim olduğunu açıklamasını ummak!! Büyük aptallık sanırım. Dışarı nasıl
çıkabilirim? Lanet olası bu yerin bir çıkış kapısı var mı?
74. oda:
Burada ben size imkansızdan bahsetmiyorum. Tersine denenebilir olanı
sormayarak yeni olasılıklar aramanıza hizmet ediyorum. Anahtar yoksa
kapı gerçekten yok mudur. Gülünç olmayın. Şiddet ve hiddet deneyi
yapmıyoruz burada. Alice’in ne içtiği umrumuzda değil ya da ne yediği
nasıl uzayıp kısaldığı büyüyüp küçüldüğü çünkü hacmimizin kapladığı
alandan fazlası olduğumuzu umuyoruz ve burası kesinlikle fantastik bir
yer değil. İçerdesiniz. Fena halde kapana kısıldınız. Denemelisiniz.
elimizi elimiz üstüne koyup bekliyor ve güven telkin
ediyoruz.Endişelenmeyin… dinecek birazdan. nuh gemisine bir kara parçası
bulacak. Herkes yerine dönecek…türünü devam ettirecek. kimsenin bir
şey söylemesi gerekmeyecek.. sakin olun şu halde dışarı nasıl
çıkacağımızı bilmiyorsak içerde olduğumuzu bilmek daha etkin bir bilinç
düzeyi gibi görünmüyor mu size de… ve fakat ne kadar postmodern bir
tanım bu… aşarak içinden geçmeler.. palavra ….. Şu halde beyler bu
toplantıyı sonlandırmadan eklemeliyim ki çember asla kapanmıyorsa ve
zaman ucu açık bir eğriyse hiç ölmemiş olabiliriz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder