17 Nisan 2013 Çarşamba

SÖZCÜK EVİ VIII/Koridor 46/ oda sırası 74-73-72-……..67

Adım atıyorum. Bir…iki… adımlarımı sayıyorum üçç. Dört… işte bir merdiven. yukarı çıkmalıyım. Kimi bulmalıyım.hımmm…elimdeki kağıda göre ….ımmm. kimseyi. Şükürler olsun tanrım sanırım burada rahat bırakacaklar. Merdivenin tam karşısındaki duvar dahil olmak üzere bütün koridor boyunca küçük raf sistemleri var ve inanılmaz küf kokuyor burası. Ne kadar da eski bu raflar…klasik bir kütüphane katalog tarama sistemi işte küçükdikdörtgen kağıtlar delinerek demir bir çubuğa dizin gereğince sıralanıp çekmecenin karanlığına gömülüyor. Şöyle bir göz atıyoruz ….
Şapka ve şapkacılık tarihi, şapka devrimi, şapka yapımı, moda , aksesuar, hımmmm…rafların arasında neredeyse kaybolmuşken size nasıl yardımcı olabilirim? Sesin sahibiyle gözgöze geliyorum. İnanılmaz uzun boylu bir kadın ve boynu kesinlikle bir kuğudan ödünç alınmış olmalı diye düşünüyorum. Şeyyy.. ben. Şapka.16. yüzyıl. Kadının zümrüt gözleri var ve engel olunamaz bir hisle her an sihrine maruz kalacakmışım da kaçmam gereken bir sihirbazmış gibi tedirgin oluyorum. Peki. Cümle kurmalıyım. Ben 16.yüzyıl şapka sanatıyla ilgileniyorum. Doğru cümle bu sanırım. “tabi 16. yüzyıla ait silindir bir şapka takan adamın bu şapkayla olan ilişkisini arıyorum cümlesi oldukça saçma olurdu, gülüşmeler.” portatif bir merdiveni de daima beraberinde taşıdıklarından artık emin olduğum bu cücelerin aslında buraya ait en sevimli şeyler olduğunu itiraf etmeliyim. Zira merdivenin tepesinde oturan iki cüceden biri diğerinin tırnaklarına oje sürmeye çalışırken tırnaklarına oje sürülen küçük yaratık hem inanılmaz hoşnutsuz “sana bordo sür demiştim mavi olur mu hiç aptal çünkü ben gece rengi giyineceğim” deyip hem de bana laf yetiştirebiliyor. Peki biraz daha daraltamaz mıyız aradığınız konuyu? Hımmm. Ama gülünç olacak diyorum. Hiç de değil denemelisiniz diyor. Hımmm. Pekala. Iııııı sanıyorum 45. koridorda rastladığım 16. yüzyıl kostümlü silindir şapkalı bir adamı arıyorum en son bir filmden bahsediyorduk sonra ben…. İşte burada! Kadın elinde dikdörtgen katlanmış bir kağıtla karşımda duruyor. Bunu arıyor olmalısınız diyerek gülümsüyor. Şaşkınlığımı gizleyemiyor oluşumdan kaynaklı olsa gerek daha önce de bu konuda bilgilendirilmiş olmalısınız, sözcük evi’nde daima ne aradığınızı bilmelisiniz, tıpkı dışarıda olduğu gibi öte yandan her şeyin kitaplarda yazacağını düşünmek ne saçmalık! diyerek kağıdı bana uzatıyor:
Dışarıyı içeriden ayıran sınır çizgisi üzerine
"…Dışarıdan araba küçük görünür; içine girerken bazen klostrofobiye kapılırız, ama içine girdikten sonra araba birdenbire çok daha büyük görünür ve kendimizi gayet rahat hissederiz.Bu rahatlık için ödenen bedel, “içeri” ile “dışarı” arasındaki her türlü sürekliliğin yitirilmesidir. Bir arabanın içinde oturanlara, dışarıdaki gerçeklik biraz uzak, camın cisimleştirdiği bir engel ya da ekranın öte tarafıymış gibi gelir. Dış gerçekliği, arabanın dışındaki dünyayı, arabanın içindeki gerçeklikle dolaysız bir süreklilik içinde olmayan “bir başka gerçeklik”, bir başka gerçeklik tarzı olarak algılarız. Bu süreksizliğin kanıtı, pencereyi birdenbire indirip dış gerçekliğin, maddi mevcudiyetinin bütün yakınlığıyla bize çarpmasına izin verdiğimiz zaman üstümüze çöken tedirginliktir. Tedirginliğimiz, bir koruyucu perde işlevi gören pencerenin emniyetli bir mesefade tuttuğu şeyin aslında ne kadar yakın olduğunu birdenbire deneyimlemekten gelir. Ama arabanın içinde, kapalı camların ardında emniyette olduğumuzda, dışsal nesneler deyim yerindeyse, bir başka moda taşınırlar.Sanki gerçeklikleri askıya alınmış, parantaze alınmış gibi temelde “gerçekdışı” bir görünüm verirler. Kısacası, pencere perdesine yansıyan bir tür sinematik gerçeklik gibi görünürler(…)(Zizek Slavoj, 2008 syf:30)
"Bu ne şimdi? Her iki durumda da aklımı koruyamamış olduğum açık. Dışarıdayken ve sözcükevindeyken. Arabanın (kelimelerin, cümlelerin, sözcükEvinin, odaların, koridorların vs) içindeyken bir pencere ya da dil, imge yardımıyla ayrılmışken “dışarıdan”, dışarı da bu durumda “içeri”den aynı şekilde ayrılmamış mıdır? Sizin içerde oluşunuz aynı zamanda dışarının “sürekliliği”ni ve “gerçekliğini” kesintiye uğratmaz mı? Aklımı korumalıyım. Bu kaçkın yerde okuma koltuğumu, kedimi özlediğimi itiraf edebilirim ve tanrım ağlamak beni Alice’e tam da bu sahnede “beni oku” emsali bir kağıt parçasıyla ne de çok benzer kılacak.
"(…)Bir yeri duvarla ya da çitle çevirir çevirmez, “içeri”yi dışarıdan bakan bir gözün görebileceğinden daha geniş bir yermiş gibi deneyimleriz. Süreklilik, orantı mümkün değildir çünkü orantısızlık (“içeri”nin “dışarı”ya göre sahip olduğu fazla/artı), tam da içeriyi dışarıdan ayıran engelin zorunlu, yapısal bir sonucudur. Bu orantısızlık ancak engeli yıkarak, dışarının içeriyi yutmasına izin verilerek ortadan kaldırılabilir (…)(Zizek Slavoj, 2008 syf:30)
"Bir imge “gerçekliğin” sürekliliğinin kesintiye uğraması mıdır? Ya da yaşamın “sürekliliğinin” en “makul”, en “kaçkın” kabul edilebilirliği midir? Bir imge nedir? Ya da gerçek? Odaların birinden gelen oldukça sinirli erkek sesini duyuyorum duymamam gerektiğini düşünüyorum. Bu sarmal kelimeler, düşünceler ve odalar arasında birinin bana burada ne işim olduğunu açıklamasını ummak!! Büyük aptallık sanırım. Dışarı nasıl çıkabilirim? Lanet olası bu yerin bir çıkış kapısı var mı?
74. oda:
Burada ben size imkansızdan bahsetmiyorum. Tersine denenebilir olanı sormayarak yeni olasılıklar aramanıza hizmet ediyorum. Anahtar yoksa kapı gerçekten yok mudur. Gülünç olmayın. Şiddet ve hiddet deneyi yapmıyoruz burada. Alice’in ne içtiği umrumuzda değil ya da ne yediği nasıl uzayıp kısaldığı büyüyüp küçüldüğü çünkü hacmimizin kapladığı alandan fazlası olduğumuzu umuyoruz ve burası kesinlikle fantastik bir yer değil. İçerdesiniz. Fena halde kapana kısıldınız. Denemelisiniz. elimizi elimiz üstüne koyup bekliyor ve güven telkin ediyoruz.Endişelenmeyin… dinecek birazdan. nuh gemisine bir kara parçası bulacak. Herkes yerine dönecek…türünü devam ettirecek. kimsenin bir şey söylemesi gerekmeyecek.. sakin olun şu halde dışarı nasıl çıkacağımızı bilmiyorsak içerde olduğumuzu bilmek daha etkin bir bilinç düzeyi gibi görünmüyor mu size de… ve fakat ne kadar postmodern bir tanım bu… aşarak içinden geçmeler.. palavra ….. Şu halde beyler bu toplantıyı sonlandırmadan eklemeliyim ki çember asla kapanmıyorsa ve zaman ucu açık bir eğriyse hiç ölmemiş olabiliriz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder