17 Nisan 2013 Çarşamba

Sözcük Evi VI/ Nequequam vacui

An empty place
I hope to find,
the place I had left
Now I know:
There are no gaps.
Life
like flowing water
fills cracks and crannies
more than enough.
I have sunk like a stone
Down into the depth.
I lie on the seabed
And I feel
As though I had never existed.
(Rozewıcz, Kartoteka- “The Prodigal Son”/Martin Esslin; Absürd Tiyatro:250)*
Sözcükler hissin plastik elamanı olmaktan öteye gidemez; diyerek elinde tuttuğu kağıt katlama sanatının şaheseri olabilecek kağıt kuşun kanatlarını hareket ettirip gözlerime bakarak konuşmasını sürdürüyor. Gerçekte insanı kıran, acıtan, umutsuz bırakıp güçsüz kılan sözcükler değildir. Çünkü nasılsa bir süre sonra zihin tarafından değiştirilip belki (büyük olasılıkla) yitirilecektir. Boşluklar usta bir el yardımıyla doldurulacaktır. Asıl parçalanış eylemde, sözcüklerde ve zamanda boşluklardır, önemli olan boşlukların nasıl doldurulduğudur ve emin olabilirsiniz boşluklar daima doldurulur çünkü sanırım şöyle diyorlardı “Nequequam vacui” (Hiç boşluk olmamalı, Boşluğun hiçbir amacı yoktur) diyerek gülümsüyor. Gözlerindeki kuşkucu parlaklığı görmemek mümkün değil. Bu da ne şimdi ben Alice’den geçip geldim buraya mı desem. Ama orada değildim ki. Sadece bir okumayı biraz dikkatli dinliyorsunuz ve işte hooop karşınızda boşluklardan bahseden bu origami ustasını buluyorsunuz. Nasıl bir yer burası tanrım! Evet. Alice’ten bahsetmeliyim o da bana bunun postmodern bir Alice kâbusu olduğunu biraz sonra uyanacağımı falan söylemeli. Evet. Böyle olmalı….. Belki de biz unutarak hatırlamadığımız, silinen hislerin, düşüncelerin ve eylemlerin ancak bir yedeklemesi olabilecek evreni gerçek diye tanımlarsak boşluğun gerçeklik kazanabileceğini düşünerek ve mutlak şimdi anımsayamadığımız ama bir vakitler olmuş olması olası “iyi şeyler”in de varlığının bizi götürdüğü inançla yaşamak istiyor olabiliriz.( Bu da ne şimdi? Asla çıkamayacaksın buradan. Bunlar değildi söyleyeceklerin. Alice diyecektin aptal. Tırtıl. Kelebek. İşte. e artık tüm olacakları hak ediyorum ben . Tanrım lütfen bağışlama artık beni çünkü bunu hak etmiyorum.)
Hep böyle karanlık ve bilmiş misiniz? diye soruyor. Gülümsüyorum. Elbette hayır. Kağıt kuşun kanatları sahibinin elinde hareket ediyor. Ben her zaman böyle değilimdir. Çok iyi çilek reçeli ve sıcak şarap yapar, yağmur yağdıracak bulutları tanırım diyorum..ama niye. Engel olunamaz bir tebessüm yüzüme yayılıyor. Bu gerçekten postmodern bir kâbus olmalı diyorum ve Alice için söz konusu olan yiyecek ve içeceklerin gerek kalmadığı, sanırım direkt atmosfer ve oksijen kaynaklı “güzel olmuş bir aklın postmodern kâbusu”. Gitmeliyim, izninizle hem söyleyeceklerim bunlar değildi diyorum. “emin ol bu yalnız senin sorunun değil” diyorlar. Gülüşmeler. Bu kez koridorun sonunda iki kişi önde dört kişi arkada olası bir basamağın üstünde bir ayin korosu planında sevgili(!) cücelerim devam ediyorlar. “yüzyıllar boyu insanoğlu istemediği şeyleri söylüyor zaten!” gülüşmeler. Peki. Burada durup ait olduğum türün kullanamadığı dile ve zihne genellenmeyi bekleyecek değilim. Origami ustası konuştuğumuz zaman boyunca boşlukta büyük bir keyifle yapay uçuşunu seyrettiği şaheseri kağıttan yapılma kuşu kat izlerinden bozarak kare bir kağıt elde ediyor ve statik bir tonda okumaya başlıyor:
“Konuşma yetimiz de, tıpkı düşüncemiz gibi, beynimizin iki boyutlu aritmetik işlevinden önce gelir. Evet derken, hayır derken, olumlar ya da olumsuzlarken (…) konuştuğum dil, nesnelerin ikili bir kutuplaşma içinde olduğu bir dünyanın zayıf bir kopyası olmaktan öteye geçemez. Dildeki bu yetersizlik kaçınılmaz bir durumdur. Ama nesneleri hep iki boyutluluk, iki kutupluluk içinde algılayan zekânın yetersizliğine ne demeli? İç varlığı, nesnesinin özü yok işte. Tutamıyor bunu. Işığın düz gittiğini ve aynı zamanda sapma gösterdiğini benzen molekülünün altı atomu arasında çifte bağ kurduğunu, ama karşılıklı olarak çiftteki her ikisinin de karşısındakini yerinden çıkarıcı, oynatıcı güçte olduğunu keşfedebilir, bulabilir; kabullenebilir, ama anlayamaz bunu, kendi işleyişine katıp da irdelediği derin yapıların gerçekliğini bir bütün halinde toparlayamaz. Bunu yapabilmesi için durum değiştirmesi gerekir, şu anda yararlandığı mekanizmalardan başka mekanizmaları da beyinde işleme koyması ve de aklın, biçimleri benimseyen benzer bilinci kurması ve önünde bu derin yapıların algılanması zor ritmini özümsemesi gerekecektir. (Cortâzar “Seksek-Büyücülerin Sabah Gazetesi”: 474)
*
Boş bir yer
Bulmayı ummuştum,
Ayrıldığım yeri.
Şimdi biliyorum ki:
Boşluğa yer yoktur.
Hayat
Akan bir su gibi
Çatlakları doldurur
Tıka basa.
Bir taş gibi çöktüm
Derinlere
Uzanıyorum denizin dibinde
Ve
Sanki hiç var olmamış gibi
Hissediyorum kendimi.
(Rozewıcz, Kartoteka- “The Prodigal Son”/Martin Esslin; Absürd Tiyatro:250)*

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder