An empty place
I hope to find,
the place I had left
Now I know:
There are no gaps.
Life
like flowing water
fills cracks and crannies
more than enough.
I have sunk like a stone
Down into the depth.
I lie on the seabed
And I feel
As though I had never existed.
(Rozewıcz, Kartoteka- “The Prodigal Son”/Martin Esslin; Absürd Tiyatro:250)*
Sözcükler hissin plastik elamanı olmaktan öteye gidemez; diyerek
elinde tuttuğu kağıt katlama sanatının şaheseri olabilecek kağıt kuşun
kanatlarını hareket ettirip gözlerime bakarak konuşmasını sürdürüyor.
Gerçekte insanı kıran, acıtan, umutsuz bırakıp güçsüz kılan sözcükler
değildir. Çünkü nasılsa bir süre sonra zihin tarafından değiştirilip
belki (büyük olasılıkla) yitirilecektir. Boşluklar usta bir el
yardımıyla doldurulacaktır. Asıl parçalanış eylemde, sözcüklerde ve
zamanda boşluklardır, önemli olan boşlukların nasıl doldurulduğudur ve
emin olabilirsiniz boşluklar daima doldurulur çünkü sanırım şöyle
diyorlardı “Nequequam vacui” (Hiç boşluk olmamalı, Boşluğun hiçbir amacı
yoktur) diyerek gülümsüyor. Gözlerindeki kuşkucu parlaklığı görmemek
mümkün değil. Bu da ne şimdi ben Alice’den geçip geldim buraya mı desem.
Ama orada değildim ki. Sadece bir okumayı biraz dikkatli dinliyorsunuz
ve işte hooop karşınızda boşluklardan bahseden bu origami ustasını
buluyorsunuz. Nasıl bir yer burası tanrım! Evet. Alice’ten bahsetmeliyim
o da bana bunun postmodern bir Alice kâbusu olduğunu biraz sonra
uyanacağımı falan söylemeli. Evet. Böyle olmalı….. Belki de biz
unutarak hatırlamadığımız, silinen hislerin, düşüncelerin ve eylemlerin
ancak bir yedeklemesi olabilecek evreni gerçek diye tanımlarsak boşluğun
gerçeklik kazanabileceğini düşünerek ve mutlak şimdi anımsayamadığımız
ama bir vakitler olmuş olması olası “iyi şeyler”in de varlığının bizi
götürdüğü inançla yaşamak istiyor olabiliriz.( Bu da ne şimdi? Asla
çıkamayacaksın buradan. Bunlar değildi söyleyeceklerin. Alice diyecektin
aptal. Tırtıl. Kelebek. İşte. e artık tüm olacakları hak ediyorum ben .
Tanrım lütfen bağışlama artık beni çünkü bunu hak etmiyorum.)
Hep böyle karanlık ve bilmiş misiniz? diye soruyor. Gülümsüyorum.
Elbette hayır. Kağıt kuşun kanatları sahibinin elinde hareket ediyor.
Ben her zaman böyle değilimdir. Çok iyi çilek reçeli ve sıcak şarap
yapar, yağmur yağdıracak bulutları tanırım diyorum..ama niye. Engel
olunamaz bir tebessüm yüzüme yayılıyor. Bu gerçekten postmodern bir
kâbus olmalı diyorum ve Alice için söz konusu olan yiyecek ve
içeceklerin gerek kalmadığı, sanırım direkt atmosfer ve oksijen
kaynaklı “güzel olmuş bir aklın postmodern kâbusu”. Gitmeliyim,
izninizle hem söyleyeceklerim bunlar değildi diyorum. “emin ol bu yalnız
senin sorunun değil” diyorlar. Gülüşmeler. Bu kez koridorun sonunda iki
kişi önde dört kişi arkada olası bir basamağın üstünde bir ayin korosu
planında sevgili(!) cücelerim devam ediyorlar. “yüzyıllar boyu insanoğlu
istemediği şeyleri söylüyor zaten!” gülüşmeler. Peki. Burada durup ait
olduğum türün kullanamadığı dile ve zihne genellenmeyi bekleyecek
değilim. Origami ustası konuştuğumuz zaman boyunca boşlukta büyük bir
keyifle yapay uçuşunu seyrettiği şaheseri kağıttan yapılma kuşu kat
izlerinden bozarak kare bir kağıt elde ediyor ve statik bir tonda
okumaya başlıyor:
“Konuşma yetimiz de, tıpkı düşüncemiz gibi, beynimizin iki boyutlu
aritmetik işlevinden önce gelir. Evet derken, hayır derken, olumlar ya
da olumsuzlarken (…) konuştuğum dil, nesnelerin ikili bir kutuplaşma
içinde olduğu bir dünyanın zayıf bir kopyası olmaktan öteye geçemez.
Dildeki bu yetersizlik kaçınılmaz bir durumdur. Ama nesneleri hep iki
boyutluluk, iki kutupluluk içinde algılayan zekânın yetersizliğine ne
demeli? İç varlığı, nesnesinin özü yok işte. Tutamıyor bunu. Işığın düz
gittiğini ve aynı zamanda sapma gösterdiğini benzen molekülünün altı
atomu arasında çifte bağ kurduğunu, ama karşılıklı olarak çiftteki her
ikisinin de karşısındakini yerinden çıkarıcı, oynatıcı güçte olduğunu
keşfedebilir, bulabilir; kabullenebilir, ama anlayamaz bunu, kendi
işleyişine katıp da irdelediği derin yapıların gerçekliğini bir bütün
halinde toparlayamaz. Bunu yapabilmesi için durum değiştirmesi gerekir,
şu anda yararlandığı mekanizmalardan başka mekanizmaları da beyinde
işleme koyması ve de aklın, biçimleri benimseyen benzer bilinci kurması
ve önünde bu derin yapıların algılanması zor ritmini özümsemesi
gerekecektir. (Cortâzar “Seksek-Büyücülerin Sabah Gazetesi”: 474)
*
Boş bir yer
Bulmayı ummuştum,
Ayrıldığım yeri.
Şimdi biliyorum ki:
Boşluğa yer yoktur.
Hayat
Akan bir su gibi
Çatlakları doldurur
Tıka basa.
Bir taş gibi çöktüm
Derinlere
Uzanıyorum denizin dibinde
Ve
Sanki hiç var olmamış gibi
Hissediyorum kendimi.
(Rozewıcz, Kartoteka- “The Prodigal Son”/Martin Esslin; Absürd Tiyatro:250)*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder