1960 sonrası sanatta biçimciliğe ve akademik sanata tepki olarak
doğan akımların içinde Fluxus; yaşamın sürekli değişerek yenilenen bir
değer oluşunu ve sanatçının bu değişim ve yenilenişteki sosyal
varlığının tanımına katkısını Joseph Beuys ve Yoko Ono’nun
Düşünceleri, söylemleri ve yapıtlarıyla ya da “Düşünce Plastiktir”
diyen Beuys’un ifadesiyle plastize edilmiş düşünceleriyle ortaya koyar.
Sürekliliği, değişimi ve yenilenmeyi, durağanlığa karşı koyuşu
insanın zaten var olan potansiyel sanat gücüyle birleştirme, açığa
çıkarma ve ortaya koyma eylemi Beuys’da insan ve ait olduğu tabiatla
olan uyumunun ifadesi olabilecek düşünce ve görüngü arayışına , Ono da
ise yaşamsal değişimin döngüselliğini ifade etme ve evrensel bir barış
mesajı enerjisini oluşturabilme arayışına dönüşmüştür. Fluxus’u besleyen
süreklilik, akış, devinim ve sanat eylemini sanat ürününden ayıran
bakışla sanata kalıcı varlık kazandırma düşünüşü her iki sanatçıda
köklere, ilk’e ve belki ilkele bakışı ve bunu yaparken de insanın var
oluş kaynağı olan tabiatın akışından, enerjisinden faydalanma isteğine
dönüşür. Kucağındaki ölü tavşana galerideki resimleri anlatırken
Beuys’un tavşanın ölü bir tavşan olduğunu bildiği açıktır ancak;
evrendeki sonsuz döngü içinde bir enerji olarak varlığını sürdüreceğini
bu noktada “malzemesinden” hatta sanattan ayrılarak kalıcı bir varlık
kazanacağını ifade etmeye çalıştığını söylemek mümkün görünüyor.
“İnsan” olma durumu ile ilgili yoğun düşünce pratiği üreten ve
toplumsal kaygıyı önemseyen, modern hayatta “Dünyanın insan yaşamındaki
yeri” ne dönüşen insan ve dünyayla olan ilişkisi sorunsalını “İnsanın
Dünyadaki yeri ve konumunu belirleme ve sorgulamaya çalışma”
deneyimlerine dönüştüren Beuys ve Ono, çalışmalarını toplumsal alanla
ya da toplumsal-yaşamsal olanla karşı karşıya getirerek Beuys’un en
bilinen performanslarından biri olan “Amerika'yı seviyorum ve Amerika
beni seviyor” performansında; bir kır kurduyla galeride geçirdiği beş
gün deneyimini bir enerji transferi olarak tanımlayarak insan oluşun
vahşi bir o kadar kırılgan doğasının tabiatta bir karşılıklı oluş hali
olduğunu bilinen en vahşi hayvanla yalnız, beş gün yaşama deneyimiyle
oldukça ileri götürmesinde olduğu gibi ; insana ve topluma ait olanının
bütünüyle dünyaya ait olduğunu ifade ederek bir enerji transferi
gerçekleştirme isteği gösterirler.
Dünyaya; “Imagine all the people living life in peace.” (Hayal et
bütün insanların hayatı barış içinde yaşadığını) Diyerek seslenen John
Lennon 1980’de öldürülünceye kadar birlikte, eşinin ölümünden sonra da
birlikte çıktıkları yola yalnız devam ederek “evrensel barış” ı arayan,
düşleyen Yoko Ono’nun çalışmalarının tematik eksenini; yaşam, ölüm,
varoluşun sürekliliği kısacası fluxus oluşturur. 50 tane tabutun
üstündeki deliklerden filizlenmiş zeytin ağaçlarından oluşan “Ex It”
adlı yerleştirmesi sanatının düşünsel kaynakları hakkında oldukça
“derin” bilgi verir niteliktedir.
Fluxus’un; sanatın metalaşarak ticari değeri olan üretime dönüşmesine
karşı geliştirdiği tavır, bellekte derin izler bırakma eylemleridir. Bu
noktada ; “Dünyanın durumu insanlığın suçudur ve bütün bunlara ben de
dahilim. Fakat bilinçteki tembelliğin üstesinden gelmeye çalışıyorum."
diyen Beuys’un ve “Gezegenimizi ve insan olmayı seviyorum. Her birimiz
doğanın parçası olan, yaşayan varlıklarız. Gezegenin geri kalanıyla uyum
ve sevgi içinde yaşamak zorundayız. Eğer yapıtlarım bu gerçekten
uzaklaşırsa güçlerini kaybeder.” Diyen Ono’nun evrensel insanlık
belleğinde çok uzun süre derin izler bırakmayı sürdüreceği açıktır.
PS: Çağdaş sanat için yazdığım makalelerden biri, tartışabileceğimiz kavramlar içeriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder