17 Nisan 2013 Çarşamba

BARIŞI DÜŞLE/ BELLEKTE İZ BIRAKACAK BİR DENEYİM OLARAK YAŞAYAN KARŞI SANATIN İZİNDE:Beuys ve Ono

1960 sonrası sanatta biçimciliğe ve akademik sanata tepki olarak doğan akımların içinde Fluxus; yaşamın sürekli değişerek yenilenen bir değer oluşunu ve sanatçının bu değişim ve yenilenişteki sosyal varlığının tanımına katkısını Joseph Beuys ve Yoko Ono’nun Düşünceleri, söylemleri ve yapıtlarıyla ya da “Düşünce Plastiktir” diyen Beuys’un ifadesiyle plastize edilmiş düşünceleriyle ortaya koyar.
Sürekliliği, değişimi ve yenilenmeyi, durağanlığa karşı koyuşu insanın zaten var olan potansiyel sanat gücüyle birleştirme, açığa çıkarma ve ortaya koyma eylemi Beuys’da insan ve ait olduğu tabiatla olan uyumunun ifadesi olabilecek düşünce ve görüngü arayışına , Ono da ise yaşamsal değişimin döngüselliğini ifade etme ve evrensel bir barış mesajı enerjisini oluşturabilme arayışına dönüşmüştür. Fluxus’u besleyen süreklilik, akış, devinim ve sanat eylemini sanat ürününden ayıran bakışla sanata kalıcı varlık kazandırma düşünüşü her iki sanatçıda köklere, ilk’e ve belki ilkele bakışı ve bunu yaparken de insanın var oluş kaynağı olan tabiatın akışından, enerjisinden faydalanma isteğine dönüşür. Kucağındaki ölü tavşana galerideki resimleri anlatırken Beuys’un tavşanın ölü bir tavşan olduğunu bildiği açıktır ancak; evrendeki sonsuz döngü içinde bir enerji olarak varlığını sürdüreceğini bu noktada “malzemesinden” hatta sanattan ayrılarak kalıcı bir varlık kazanacağını ifade etmeye çalıştığını söylemek mümkün görünüyor.
“İnsan” olma durumu ile ilgili yoğun düşünce pratiği üreten ve toplumsal kaygıyı önemseyen, modern hayatta “Dünyanın insan yaşamındaki yeri” ne dönüşen insan ve dünyayla olan ilişkisi sorunsalını “İnsanın Dünyadaki yeri ve konumunu belirleme ve sorgulamaya çalışma” deneyimlerine dönüştüren Beuys ve Ono, çalışmalarını toplumsal alanla ya da toplumsal-yaşamsal olanla karşı karşıya getirerek Beuys’un en bilinen performanslarından biri olan “Amerika'yı seviyorum ve Amerika beni seviyor” performansında; bir kır kurduyla galeride geçirdiği beş gün deneyimini bir enerji transferi olarak tanımlayarak insan oluşun vahşi bir o kadar kırılgan doğasının tabiatta bir karşılıklı oluş hali olduğunu bilinen en vahşi hayvanla yalnız, beş gün yaşama deneyimiyle oldukça ileri götürmesinde olduğu gibi ; insana ve topluma ait olanının bütünüyle dünyaya ait olduğunu ifade ederek bir enerji transferi gerçekleştirme isteği gösterirler.
Dünyaya; “Imagine all the people living life in peace.” (Hayal et bütün insanların hayatı barış içinde yaşadığını) Diyerek seslenen John Lennon 1980’de öldürülünceye kadar birlikte, eşinin ölümünden sonra da birlikte çıktıkları yola yalnız devam ederek “evrensel barış” ı arayan, düşleyen Yoko Ono’nun çalışmalarının tematik eksenini; yaşam, ölüm, varoluşun sürekliliği kısacası fluxus oluşturur. 50 tane tabutun üstündeki deliklerden filizlenmiş zeytin ağaçlarından oluşan “Ex It” adlı yerleştirmesi sanatının düşünsel kaynakları hakkında oldukça “derin” bilgi verir niteliktedir.
Fluxus’un; sanatın metalaşarak ticari değeri olan üretime dönüşmesine karşı geliştirdiği tavır, bellekte derin izler bırakma eylemleridir. Bu noktada ; “Dünyanın durumu insanlığın suçudur ve bütün bunlara ben de dahilim. Fakat bilinçteki tembelliğin üstesinden gelmeye çalışıyorum." diyen Beuys’un ve “Gezegenimizi ve insan olmayı seviyorum. Her birimiz doğanın parçası olan, yaşayan varlıklarız. Gezegenin geri kalanıyla uyum ve sevgi içinde yaşamak zorundayız. Eğer yapıtlarım bu gerçekten uzaklaşırsa güçlerini kaybeder.” Diyen Ono’nun evrensel insanlık belleğinde çok uzun süre derin izler bırakmayı sürdüreceği açıktır.
PS: Çağdaş sanat için yazdığım makalelerden biri, tartışabileceğimiz kavramlar içeriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder