17 Nisan 2013 Çarşamba

Peki; bugün hikaye nerededir?


Bunu çok önemsiyordum. Bana uzattığı parayı tuttuğu eliyle mi yoksa diğeriyle mi hapşırığını perdelediğini önemsiyordum. Merak mı demeli? Her neyse evet merak ediyordum…için için…üstelik parayı itiraz etmeksizin alıp şoföre uzatmıştım bile…elimi, bana ait olmayan, hatta vücuduma uyumlu olmayan, sonradan idareten takılmış protez bir parça gibi izliyor dirsekten ve bilekten kırılmış gibi mümkün olduğunca kendimden uzak tutarken bu durumu elbette oldukça abartıyordum… abartı? Evet bunu yaparım..bir yaşam biçimi olarak oldukça doğulu bir anlayış ve anlatı biçimi olduğunu düşündüğümü de eklemeliyim. Böyle sıradan, bir öncekinden belki sadece tükürüğe bulanmamış bir elin farkı ve neredeyse anlamsız ayrıntısı ile ayrılmış günün telaşı, kaygısı, beklentisi… Saate bakarken çoklukla düşünülesi şeylerin de aynı olduğunu söyleyebilirim. Peki, o zaman hikâye nerededir? Bir kış mevsimine ait herhangi bir günün nemli, soğuk ve karanlık fonunda hikaye; benim elimden şu an derhal kurtulmak isteyişim olabilir mi? Peki abartı, kabul e ne yani üstüme mi sileyim..hiç tanımadığım birinden bir peçete istemenin bir yararı olabilir mi? Ya da hemen arkamı dönüp madem az önce hapşırıp bana paranızı uzattınız o halde bir peçeteyi sizden istememin mahsuru yoktur herhalde diye sorduğumda sesine bakılırsa üniversite yıllarında olabilecek ancak parayı uzatırkenki edasından eğitimini kesinlikle yarıda bıraktığı izlenimine kapıldığım bu genç kızın hayretle ve bir an için kurduğum cümleyi kesinlikle anlamamış ve öfkeyle fal taşı olmuş gözlerine bakmak istemediğimi düşünüp vazgeçtim…
Hikayenin devamında dolmuş ilerler, inmem gereken durağa gelir, ben inerim, nereye gideceksem gider, bu arada her zaman nasıl karşıdan karşıya geçer, hangi kritik noktalarda başımı kış günleri genellikle siper ettiğim ceketimin yakasından kaldırmam gerekirse kaldırır, hayli miyop gözlerimi kısar bir süre bakınır bir araç tarafından ezilme tehlikesini muazzam bir ustalık ve alışkanlıkla def edip yola,yoluma, yolumuza, tüm kahramanların yoluna devam ederim..bu soğukta mutlak girecek bir mekan bulur, saate bakılırsa işe giderim…fon değişir…gürültüler, gürültüler, kırmızı ışıklar, bugün yağmurlu olan hava, şemsiye falan…elimi yıkamalıyım…elimi yıkarım nihayetinde…ve kahraman ellerini yıkar…kim bununla ilgilensin ki? Üstelik yazılıyor olması durumu daha da obsesif kılacaktır…diğer yandan yeryüzünde yazılı yüzlerce hikaye sadece detaydır..detaylardan inşa edilmiştir…ki hala gözlerimin rengini, boyumu, kilomu, yaşımı, , ne iş yaptığımı , dolmuşun gittiği istikameti falan bilmiyorsanız hikayemin hala büyük bir gizem taşıdığını söyleyebilirim…
Gizemi bilmem ama “hikaye” sıradandır ve sanıldığı gibi her dakika, değişen her fonda başa gelen, gelecek olan şeyin yaşamın sıradanlığı ile pek bir ilişkisi yoktur…büyük olayların fantastik evreni olabilecek ve hemen az sonra gireceğim metro tünelinde hayli uzun boylu, bu haliyle rus ajanlarını hatırlatan Türkçesine bakılırsa ülkeye henüz giriş yapmış olması olası olan kadının bana sadece taksim-gezi istikametini sormak yerine “beni takip et” dediğini varsayalım…açıkça söylüyorum, takip etmem…yani siz de kadın karşı koyulamayacak denli güzel değilse sanıyorum takip etmezsiniz…işte hikayelerde kahraman, bu emir cümlesine soru sormadan karşılık veren kişidir…ve kuvvetle muhtemel hikayenin bir çok noktasında başını taşlara vurup, saçını başını yolup düştüğü bu kaotik ve yine kuvvetle muhtemel gittikçe sarpa saran hikayede ne işi olduğunu kendisine soran ve okuyucuda bir parça olsun kendi karmaşasına acıma ve saygıyla karışık bir duygu oluşturma isteği duyan kişidir.
Oysa böyle olmaz..Beni takip et diyen ve bu emir cümlesini kurarken anın gizemli ve muhtemel tehlikeli havasını karşısındakine hissettirmeye çalışan bu kadını taksim metrosunda kimse takip etmez…yani bunu söylemesine gerek kalmadan onu takip edecek insanların varlığını kabul etmeli ama birincisi bunun için onun beresini ve upuzun paltosunu kesinlikle çıkartması gerekir.. buna rağmen ikincisi böyle bir takip sürekli olmayacaktır…kahraman namzeti kadını takip eder ve hikayenin bir yerinde yeter buraya kadar derse bile yine de bu etkili bir vazgeçiş değildir…hikayeye mutlaka, direkt ya da en kestirme yolla geri dönecektir…anımsamaya çalışın çin restoranındaki arbededen sonra “buraya kadar, artık yeter bu hikayede can güvenliğim kesinlikle kalmadı, polisin de işin (!) içinde olduğunu umursamadan polisi arayıp evime döndüm, sonra ne olduğunu bilmiyorum” diyen bir kahraman okudunuz mu? Elbette hayır buna mukabil saatine bakan telaşlı bir tavşanı Takip etmeye Alice’i sürükleyen şey neyse Neo’nun Trinity’i takip etmesini sağlayan şey ya da etki aynıdır…Trinity “beyaz tavşanı takip et” mesajında fantastik bir gizem üstlenircesine beyaz bir tavşan olarak eğretilenirken alice’in tavşanı da sinirli, aceleci ve dakik olma konusunda hayli obsesif bir kişi eğretilemesindedir… her ikisinde de takipi fantastik bir varlık ya da fantastik olması olası bir gizem sürekli kılar. Yeni Hayat’ta Osman’ın Canan’ı takipi de gizemli bir ortadan yok oluş hikayesi ile başlar...
Peki; bugün hikaye nerededir? Bugünün bir hikayesi yazılacak olsa öyle sıradan, öyle sade olacaktır ki!...fakat bir de görünmeyen var..Aklımdan geçenler, kahramanın(!) düşündükleri…Joyce’un yazı evreni “ünlü ve bir o kadar ününü sıradan bir günün anlatısından alan Ulysses’i…Aklımdan geçenleri paylaşıp çağrışımlarımın da yardımıyla bugünü sıradanlığı ile taçlandırma fikri…içsıkıntısını hafifletir mi peki? Hayır büyük olasılıkla işe yaramayacaktır… her koşulda geride kalacak olan; yüzlerce sayfa sonra son cümlesinin bile ardından kahramanının aklından geçenleri artık duymamaya çalışan yazarın içsıkıntısı olacaktır, oluyor…kuvvetle muhtemel…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder