At kurtul ondan. 15. yüzyılın bu en ünlü yazmasının bir kopyasını mı?
Evet. Şaka yapıyorsun. Hayır! At ve kurtul ondan. Yak, bir yerde unut,
kütüphanenin kapısına bırak. Kütüphanenin kapısı mı hahahaha cami avlusu
gibi. Cami avlusu bile olur. Arapça yazılar ilgilerini çeker,
korurlar…Uzaklaş ondan, kurtul. Uyuyamam. Nasıl yani tek gerekçe bu mu?
Uyuyamazsın ama hiç değilse ölmemiş olursun.
Aslında gerçekten filmlerde olur böyle şeyler…En azından ben böyle
düşünüyordum. Sabah evden çıkarken kapıdaki paspasın altına
sıkıştırılmış kağıdın kenarını görünceye dek…beyaz, minik bir üçgen…
45derece olmalı, evet ama konumuz bu değil elbette! Neler yazabilirdi o
kağıtta neler!…S. Dünyası’nda posta kutusunu kullanan yazar kahramanına
“kim olduğunu” soruyordu. Kendini ve felsefe tarihini keşfe davet eden
bu cümle örneği bir soru? Bir cevap? Evet! kesinlikle cevap istiyorum,
soru sormasın kimse bana…ki bunu düşündüğüm günün saat 15:30’unda Muhsin
diye bir adam beni aralıksız sorduğu iki sorunun idiotluğu ile
sarsacaktı…İki soru… Aynı
kahveden “hüüüüpp…!” diye çekilen yudumların ardından; “Sahafı nereden
tanıyorsun?” sorusuna; “Sahaftan” ...cevabımdan duyduğu
memnuniyetsizliği anlatırcasına buruşturduğu yüzü ile (tam o anlarda
midesi de ağrıyor olabilir, gastrit..tedavisi zor ve inatçı bir
hastalıktır…uzun süre aç kalmamak, kahve ve sigarayı bu denli peş peşe
içmemek gerekir-bana ne ya…bana ne…cidden aziz sana ne…sen bu işten
nasıl yırtacaksın onu düşün…) Bak koçum bizim bu şehrin her yerinde
gözümüz kulağımız vardır…Ölmek mi istiyorsun? “hayır…” “hüüüüüppp…!”
Hah işte yine başlıyoruz… “Sahafı nereden tanıyorsun?” (…) , (….)
Ölmek mi istiyorsun?
Muhsin; üzerinde: “Öğleden sonra 15:30’da yeşilçam’da muhsini bul,
kulağı kesik, kime sorsan gösterir…” yazan notta bulmam gereken adam.
Buldum çok şükür, zira kapınızın önüne bırakılmış bir nota “neden?” diye
soramazsınız! Neden Muhsin’i bulayım? … Yer yer anlatıcı olduğum için
bu hikayenin sonunda ölmediğimi düşündüğünüzü biliyorum. Hikaye nihayete
ermeden ben böyle zannettiğim için nihayete ermiş gibi yazmış ve ölmüş
de olabilirim… e o zaman da bu cümle beni… neyse yani hikaye asla sona
ermez… ermedi de. Muhsin’le yaptığım anlaşmanın ne kadar akla uygun
olduğunu bilmiyorum bunu daha sonra düşünmek ve mümkün olsa şu an sadece
uzun uzun uyumak, uyandığımda latince dahil arapça ve farsçaya literer
düzeyde hakim olmak istiyorum.
Bankanın ışıklı tabelası; akşamüstü son müşterilerinin paralarını
cebe indirerek onları güvenli bir parasızlığa teslim eden banka
çalışanlarının birer aziz olduğu hissini yaratıyordu Aziz’de. Değerli
olanı değerlendiren, koruyan bir yer, sizin için saklayan bir yer… Sıra
numarası almanız yeterli! … 512, tahmini bekleme süresi 7 dakika… Yedi
dakika insan hayatı için pek de uzun sayılmayabilir. Öte yandan
Tanrı’nın evreni 7 günde yarattığı düşünülürse çok da kısa olmayabilir…
yedi dakika boyunca orada, dışarının vahşi kalabalığından yalıtılmış
takriben 15 dakika sonra kapanacak olan bankanın ergonomi dumuru
sandalyelerinde beklerken aziz ablasının oğluna hediye ettiği kumbarayı
ve anahtarını bulan kadını düşünüyordu…du mu? Neden di’li geçmiş zaman
ve üçüncü tekil? Olaylara dışardan bakma bu olmasa gerek… 15 dakika
sonra kapanacak olan bankanın ergonomi dumuru sandalyelerinde beklerken
ablamın oğluna hediye ettiğim kumbarayı ve anahtarımı bulan kadını
düşünüyordum.
Yer yer bu hikayenin cidden dışında bir yerlerde evinde, ofisinde
güvenli, rahat berjerinde kahvesini içen bir anlatıcı olmayı çok
isterdim. Bir anlatıcı… Neden yazar demek istemiyorum bilmiyorum ama bir
anlatıcı aslında hiçbir şeydir…Bunun kitle için yararından
bahsetmeyiniz lütfen! Zira; ben bizzat anlatıcı açısından
değerlendiriyorum bu durumu ve evet bir anlatıcı hiçbir şeydir… Hiçbir
şey yaşamamıştır…Anlattıkları da orada burada alınmış notlar, tanık
olunmuş kareler, işitilmiş laflar kadar uzak ve araktır… Ne kadar
ayıp!... Ve evet şu an bir arakçı olmayı çok isterdim…
“Beyefendi….”…”Beyefendi”…ben olmalıyım…dönüyorum…yürüyüşümü ve
düşüncelerimi kesintiye uğratıp dönüyorum…Aramızda 20-25 adım bulunan
orta yaşlı bir kadın bana seslenirken aramızdaki uzaklığı
kapatıyor..19,18,17, ….Anahtarınızı düşürdünüz…Saf ve pek belli olmayan
bir şekilde seviniyorum, çok ama çok seviniyorum fakat; kadın bunu
kesinlikle anlamıyor….Belli belirsiz bir sesle “Bir ses duymuştum”
diyorum…Bu; orta yaşlı, daha önce hayatımın herhangi bir anında yüzlerce
kez görmüş olabileceğim fakat; hiçbirinde bana böyle akıl vermesine
neden olacak cesareti, tanışıklığı kendisine vermediğim bu kadın
“Bakacaksın o zaman” diyerek muzaffer bir edayla önce aramızdaki
uzaklığı eski konumuna getirerek sonra giderek uzaklaşıyor..
23,24,25,26,27……..Kadına müthiş sinirleniyorum aslında fakat; bu da
belli olmuyor. Öte yandan anahtarımı bulmuş olması, dahası bana
anahtarımı verme isteği benim gözümde onu bu öfke halesinden kurtarıyor…
Buyrun. Bankacı kadının; beyaz bir gömleğin ve az önce ayağa
kalktığında gördüğüm siyah pantolunun içinde kesinlikle görünmeyen,
hatta olduğundan şüphe duyduğum, şaşırtıcı bir biçimde neredeyse yok
denilecek sureti ile karşımda durup, küçücük ve üzerlerini işaret etmek
istercesine boyadığı gözkapakları olmasa asla fark edilmeyecek
gözleriyle gözümün içine içine bakarak uzattığı kağıt; sigorta
poliçeleri ve kapsamları ile ilgili…Evet düşündüğünüz şey… Evet
hımmm…Bunu ben de düşündüm…Yani sigortalatacağınız şeyin çalıntı
olmaması gerekir değil mi? Diğer yandan bu yazma bir “buluntu” ve en
başında düşündüğüm şey şu an da geçerli, onu bir müzeye teslim
etmeliyim…Fakat onu bir müzeye teslim edersem Muhsin’in benden istediği
ve benim de yaşamak istiyorsam yapmam gereken şeyi nasıl yapabilirim?
Acaba gerçekten yaşamak istiyor muyum? Lanet olası o upuzun kalas mesai
bitimine hepi topu birkaç saat kala o upuzun öğleden sonra, yapışkan bir
sıcağın hüküm sürdüğü temmuz gününde tam da ben ören yerinden geçerken
sırtıma, dahası sırtımı ortalayarak omuriliğime düşmeyebilirdi…Evet! ve o
zaman bu yazma kesinlikle bende olmazdı. Çünkü; benim aylak aylak
sahaflarda gezecek zamanım olmazdı…işler yoğun olur bizim dairede…e
malumunuz İstanbul….yer gök kaçak yapı…bir de tarihi eserleri koruma
mevzusu olunca…Tarihi eser…İşte bu yazmayı hayatta kalmaya çalışırken
korumanın bir yolu olmalıydı…Bunun parayla bir ilgisi elbette yok, tuhaf
bir yolla da olsa kayda alınmış olmasının iyi bir fikir…neyse…Bankacı
kızın yüzünde göz farlarını takip ederek bulduğum küçücük gözlerinin
içine bakıyor olduğumdan pek de emin olmayarak, gözlerimi biraz da
kısarak aynı dikkat ve ciddiyetle bu küçücük gözlere bakarak poliçe
evraklarını aldım…
devam edecek:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder