17 Nisan 2013 Çarşamba

RUA; "Pamuk prenses'e sakın inanma"

Tüm bunlar için zamanımın yeteceğini düşünmüyorum. “ Bana bunu neden yapıyorsun. Bana bunu neden yapıyorsun” diyor. Öğrenmesi bir şeyi değiştirecekmiş gibi ısrarlı. Cevaba ulaşması sonu değiştirecekmiş gibi bencil, heyecanlı ve belk iyi bir okuyucu. İyi bir yama üstadı. puzzle bilgesi. İşte işte falan filan. “Bana bunu neden yapıyorsun.”
Sinirleniyorum. Üç kez söylüyorum kendime; “Kontrollü ol. Kontrolünü kaybetme. Kontrolünü kaybetme.” Elimde tuttuğum parlak yer yer kararmış ortalama bir yetkinliğin ürünü pirinç bir mücevherat kutusu ve belki ustasının olgunluk dönemine ait bir işçilik benim ortalama dediğim. Fark etmez. Çok büyük değil ama biraz ağır. Buna daha önce ayağıma düştüğünde karar vermiştim.
Ağır.
Bu mücevherat kutusu çok büyük değil fakat ağırdır.
Daha önce rastlantısal bir devinim sonucu sınanmıştır. Karar verilmiştir ağırlığına. Peki, bunu buraya kim koymuştur. İçindekiler ağırlığının ne kadarıdır. Usta işi midir yoksa bir çıraklık imtahanı mıdır? Falandır filandır.
Ne demişti? Bir dakika durup düşünmeliyim. “Kendini sınamak aklına gelmiyorsa sonsuza dek usta görünümlü çıraksındır. Muhteşem. Hem de nerde? Ben köprünün üstünde kömür kalemle çizilmiş bir eskizi sımsıkı tutup rüzgâra karışan sözlerini seçmeye çalışırken. Güney Afrika zebraları ve nemlilik oranıyla bulutluluk oranı arasındaki benzerliği, farklılığı, aynılığı, vs. merak edip – eve dönüp hemen bakmak için pansuman saatimin geldiği yalanını uydurarak hızla köprüyü geçerken bu sözü tamamen unutmuş olduğumu düşünüyordum. Kutsal hafıza. Belleğin kusursuz kaydı. Rua “dönüşerek çağrışımlama” diyordu buna.
Bir metaforu objesinden- nesnesinden ayıran incecik çizgi hangisidir?
a) Objenin varoluşunun özgeliği
b) Metaforun subjektif tasarı oluşu
c) Göstergebilim
d) Duygulanım (Metafordan bahsederken dudak kıyınıza yerleşen bir tebessüm, göz
kıyınızdaki bir çizgi, vs)
e) Hepsi
Bir merdiveni simurg inadı ve kararlılığıyla kat edip yukarı en üst kata çıkarken bir pusulaya ihtiyacım var diyorum Rua’ya –bina eski, duvarları sarı- bir metafor olarak mı diyor. Gerçekten bir pusulaya ihtiyacım var. Bu ne demek şimdi. Üstelik kapalı mekanlarda yön duygum çok ama çok zayıftır. Rua gülüyor. Engel olmaya çalışmadan gülüyor üstelik. Küçük deftere bakmalıyım. Mutlaka çalışmış olmalıyım. Rua sonunda bilge ağzını açıyor.
İşte (mağara, işte mimesis 60dakikada sanat felsefesi.sonra saatlerce darmadağın) Gözlerime bakıyor. Çok dikkatli bakıyor. Sanki bütün usta hokkabazlığımla gizlediğim, parçaladığım –kesip birleştirdiğime inandırıp alkışlarımı alıp alkışlarıma yapışıp kuliste parçalarını birleştirmeye çalıştığım güzel kadına her seferinde bıçağı daha dikkatli kullanacağıma söz vererek, bir kez daha, bir kez daha – nefret ediyorum tüm illüzyonumun sırrına varır gibi bakıyor oluşundan.
Daha önce –bilgelik ne kadar nezaket içerir diye sormuştum. Hayır sormamıştım. Nezaket gereği sormamış şu an da sorumun cevabına ermiş aptallığımla yüzleşmiştim. buydum ben evet. Rua; kendime haksızlık ettiğimi düşünüp benim için bir cellât ve esirgeyen olmayı sürdürürken ben sanıyorum şu an geldiğim yere gelmek için ciddi bir çaba harcıyordum. Peki, ben buraya nasıl geldim. İçeri girerken gören olmadı mı hiç. Hiç gören olmadı mı? Hiç mi? Aptal soru. Buradan kastım yer değil benim durum diyorum. Saçmalama diyor beni sokaklardan geçirdin sen. Gizledin. Gizlice getirdin buraya diyor… Hayır, aslında sorunun cevabı bu değil ama farklı bir yaklaşım, hoşuma gitti diyorlardı. Hayır demiyorlardı. Bunu diyerek öğretmiyorlardı. Sonsuz eğitim. Pavlov pavlov müthiş dahi, eğitimli köpekler, iplerinden tutmasına izin vererek sahiplerinin ilerliyorlar sonsuz bir karanlıkta. Kimse kör değil. Sonsuz deme derdi Rua bu kadar fütursuz olma. Sonsuz dediğin şeyin ne olduğuna dair bir fikrin var mı senin.
Peki benim burada ne işim var? Bu soruyu sence de kendine sorman gerekmiyor mu diyorum. –bu köşeye sıkışma, bu köşeye sıkışma, peyniri yeme, edimsel koşullanmanın sırrına deneyerek ulaşılması gerekmez. Zili duy. Labirenti geç. Salya. Peynir… Sakın canını yakmama izin verme…- sesini yükseltiyor- büyük talihsizlik- aynı soruyu benzer şekillerde bağırarak soruyor- büyük aptallık- tabiî ki cevap vermiyorum.
Neden olduğuna dair en ufak fikrim bile yok ama belki biraz açıklamaya çalışmamın ikimiz için de iyi olacağı gibi şimdi farkına vardığım saçma bir fikre istinaden pencerenin yanındaki koltuğa oturmasını sağlayıp –masadaki sardunyayı sulamalıyım- karşısına bir sandalye çektiğimi görseydi Rua; çok zarif, kimmiş bu oyunun yönetmeni? Diyor olurdu mutlak ama- Rua yok burada, Rua burada değil, görmeyecek, bilmeyecek, olmayacak,- hiç cevap vermeden sürekli soran insanlar var. Evet, gerçekte insan böyle bir şey, eti ye zili duy salya ama aslına bakılırsa doğası bu bilginin, ulaşması zor. Bilgi cevap vermeye yaramaz. Cevaptan ve sorudan bağımsız bilginin detaylı incelemesini yapmayı unutmamak için bir an kalkıp çekmeceden küçük defteri alırken “çekmece meleği adımı yalan der “diyordu şair. Aynalı dolapların önünde duruyordu. Dönüp baksaydım. “burnundan akan kan kardelen kokuyordu.”dönüp baksaydım. Varlığına eminim. Sesini duyuyorum “ pamuk prensesin başında en çok ağlayan iki cüceden biri sensin biri ben” cevaplardan bağımsız sorular, bilimsel değil ama bir bakmalı aslında düşünmelisin diye not alıyorum. Bizim pamuk prensesimiz. Saçmalama masal böyle değildi diyen pamuk prensesimiz. Çekmeceyi kapatıp – çekmece meleği adımı yalan der, hayat bir melek sen de çekmece ol demişti. Şimdi anlıyorum kuytu-dingin-kusursuz-sesten ve ışıktan yalıtılmış-sonsuz bizim-ardıma dönüyorum. Aynalı dolabın önünde durup gözlerime bakıyorum- “ama hep aynı sözleri veriyor ve hep aynı bıçakla aynı şekilde canımı acıtıyorsunuz, artık dayanamayacağım ve gitmek istiyorum. Üstelik benim canım acıyor fakat alkışı siz alıyorsunuz sonra uğraş dur pansumanla. Neymiş efendim usta sihirbaz, büyük gösteri, saçmalık! O bıçaklar gerçek bile değil diyorum. Siz öyle sanın diyor son kez çıkarken kulisten. Makyajını silmeyi unuttun diyorum fısıltıyla ben, kimse görmüyor nasılsa diye düşünüyor o.
Rua’nın ellerinin titremesi olanaksız. El yazısının bozulmasına tercih ederdi konuştuğu dili unutmaya… uzun süre ortalarda dolaşma.1524-15847-6697 Kennedy/ PS : pamuk prensese sakın inanma..

Ama sizi uyarmışlardı sevgili cüceleriniz. Saçmalama masal böyle değildi diyor. Özellikle nemli olurdu saçları yaz sıcağında serinliği çağrışımlamak için- sardunyayı sulamalıyım- saçları ellerimde terden nemli. Pencereyi açmadım hiç. Günlerdir pencereden bakmadım bile. Rua öyle söyledi diye. Günlerdir. O kadar uzun ki. Pirinç mücevherat kutusu elimde beni buraya neden getirdin diyor, kim getirdi buraya bu pirinç mücevherat kutusunu diye düşünüyorum ben. Ve kapıyı açmamalıydınız, bu kadar aç olmamalıydınız. Yememeliydiniz elmayı –sefil fare, manivela koş koş,peynir, elektrik, bir daha o köşeye gitme, sakın öyle düşünme , düşünmek de ne sakın düşünme- yanılıyorsun ben böyle olmasını istemedim. Üzülmediğimi mi sanıyorsun. Herkes için böylesinin daha iyi olacağını. Sakindim çok çok ama çok zariftim o ana dek cevabımın yanlışlığını fark edip bilgeliğin sonsuz bir zarafet taşıdığını ama zarafetin tek başına duyular alemi olduğunu düşünüp idealar alemi ve mimesis çağrışımına teslim olmuşken. Bizim için böylesi diyor. Ağır olduğu konusunda ne kadar haklı olduğumu düşünüyorum pirinç mücevherat kutusunun ve şiddetin ağırlık üzerindeki etkisini incelemek için bkz. kütle –hız diye not almam gerektiğini.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder