Tüm bunlar için zamanımın yeteceğini düşünmüyorum. “ Bana bunu neden
yapıyorsun. Bana bunu neden yapıyorsun” diyor. Öğrenmesi bir şeyi
değiştirecekmiş gibi ısrarlı. Cevaba ulaşması sonu değiştirecekmiş gibi
bencil, heyecanlı ve belk iyi bir okuyucu. İyi bir yama üstadı. puzzle
bilgesi. İşte işte falan filan. “Bana bunu neden yapıyorsun.”
Sinirleniyorum. Üç kez söylüyorum kendime; “Kontrollü ol. Kontrolünü
kaybetme. Kontrolünü kaybetme.” Elimde tuttuğum parlak yer yer kararmış
ortalama bir yetkinliğin ürünü pirinç bir mücevherat kutusu ve belki
ustasının olgunluk dönemine ait bir işçilik benim ortalama dediğim. Fark
etmez. Çok büyük değil ama biraz ağır. Buna daha önce ayağıma
düştüğünde karar vermiştim.
Ağır.
Bu mücevherat kutusu çok büyük değil fakat ağırdır.
Daha önce rastlantısal bir devinim sonucu sınanmıştır. Karar
verilmiştir ağırlığına. Peki, bunu buraya kim koymuştur. İçindekiler
ağırlığının ne kadarıdır. Usta işi midir yoksa bir çıraklık imtahanı
mıdır? Falandır filandır.
Ne demişti? Bir dakika durup düşünmeliyim. “Kendini sınamak aklına
gelmiyorsa sonsuza dek usta görünümlü çıraksındır. Muhteşem. Hem de
nerde? Ben köprünün üstünde kömür kalemle çizilmiş bir eskizi sımsıkı
tutup rüzgâra karışan sözlerini seçmeye çalışırken. Güney Afrika
zebraları ve nemlilik oranıyla bulutluluk oranı arasındaki benzerliği,
farklılığı, aynılığı, vs. merak edip – eve dönüp hemen bakmak için
pansuman saatimin geldiği yalanını uydurarak hızla köprüyü geçerken bu
sözü tamamen unutmuş olduğumu düşünüyordum. Kutsal hafıza. Belleğin
kusursuz kaydı. Rua “dönüşerek çağrışımlama” diyordu buna.
Bir metaforu objesinden- nesnesinden ayıran incecik çizgi hangisidir?
a) Objenin varoluşunun özgeliği
b) Metaforun subjektif tasarı oluşu
c) Göstergebilim
d) Duygulanım (Metafordan bahsederken dudak kıyınıza yerleşen bir tebessüm, göz
kıyınızdaki bir çizgi, vs)
e) Hepsi
Bir merdiveni simurg inadı ve kararlılığıyla kat edip yukarı en üst
kata çıkarken bir pusulaya ihtiyacım var diyorum Rua’ya –bina eski,
duvarları sarı- bir metafor olarak mı diyor. Gerçekten bir pusulaya
ihtiyacım var. Bu ne demek şimdi. Üstelik kapalı mekanlarda yön duygum
çok ama çok zayıftır. Rua gülüyor. Engel olmaya çalışmadan gülüyor
üstelik. Küçük deftere bakmalıyım. Mutlaka çalışmış olmalıyım. Rua
sonunda bilge ağzını açıyor.
İşte (mağara, işte mimesis 60dakikada sanat felsefesi.sonra saatlerce
darmadağın) Gözlerime bakıyor. Çok dikkatli bakıyor. Sanki bütün usta
hokkabazlığımla gizlediğim, parçaladığım –kesip birleştirdiğime
inandırıp alkışlarımı alıp alkışlarıma yapışıp kuliste parçalarını
birleştirmeye çalıştığım güzel kadına her seferinde bıçağı daha dikkatli
kullanacağıma söz vererek, bir kez daha, bir kez daha – nefret ediyorum
tüm illüzyonumun sırrına varır gibi bakıyor oluşundan.
Daha önce –bilgelik ne kadar nezaket içerir diye sormuştum. Hayır
sormamıştım. Nezaket gereği sormamış şu an da sorumun cevabına ermiş
aptallığımla yüzleşmiştim. buydum ben evet. Rua; kendime haksızlık
ettiğimi düşünüp benim için bir cellât ve esirgeyen olmayı sürdürürken
ben sanıyorum şu an geldiğim yere gelmek için ciddi bir çaba
harcıyordum. Peki, ben buraya nasıl geldim. İçeri girerken gören olmadı
mı hiç. Hiç gören olmadı mı? Hiç mi? Aptal soru. Buradan kastım yer
değil benim durum diyorum. Saçmalama diyor beni sokaklardan geçirdin
sen. Gizledin. Gizlice getirdin buraya diyor… Hayır, aslında sorunun
cevabı bu değil ama farklı bir yaklaşım, hoşuma gitti diyorlardı. Hayır
demiyorlardı. Bunu diyerek öğretmiyorlardı. Sonsuz eğitim. Pavlov pavlov
müthiş dahi, eğitimli köpekler, iplerinden tutmasına izin vererek
sahiplerinin ilerliyorlar sonsuz bir karanlıkta. Kimse kör değil. Sonsuz
deme derdi Rua bu kadar fütursuz olma. Sonsuz dediğin şeyin ne olduğuna
dair bir fikrin var mı senin.
Peki benim burada ne işim var? Bu soruyu sence de kendine sorman
gerekmiyor mu diyorum. –bu köşeye sıkışma, bu köşeye sıkışma, peyniri
yeme, edimsel koşullanmanın sırrına deneyerek ulaşılması gerekmez. Zili
duy. Labirenti geç. Salya. Peynir… Sakın canını yakmama izin verme…-
sesini yükseltiyor- büyük talihsizlik- aynı soruyu benzer şekillerde
bağırarak soruyor- büyük aptallık- tabiî ki cevap vermiyorum.
Neden olduğuna dair en ufak fikrim bile yok ama belki biraz
açıklamaya çalışmamın ikimiz için de iyi olacağı gibi şimdi farkına
vardığım saçma bir fikre istinaden pencerenin yanındaki koltuğa
oturmasını sağlayıp –masadaki sardunyayı sulamalıyım- karşısına bir
sandalye çektiğimi görseydi Rua; çok zarif, kimmiş bu oyunun yönetmeni?
Diyor olurdu mutlak ama- Rua yok burada, Rua burada değil, görmeyecek,
bilmeyecek, olmayacak,- hiç cevap vermeden sürekli soran insanlar var.
Evet, gerçekte insan böyle bir şey, eti ye zili duy salya ama aslına
bakılırsa doğası bu bilginin, ulaşması zor. Bilgi cevap vermeye yaramaz.
Cevaptan ve sorudan bağımsız bilginin detaylı incelemesini yapmayı
unutmamak için bir an kalkıp çekmeceden küçük defteri alırken “çekmece
meleği adımı yalan der “diyordu şair. Aynalı dolapların önünde
duruyordu. Dönüp baksaydım. “burnundan akan kan kardelen
kokuyordu.”dönüp baksaydım. Varlığına eminim. Sesini duyuyorum “ pamuk
prensesin başında en çok ağlayan iki cüceden biri sensin biri ben”
cevaplardan bağımsız sorular, bilimsel değil ama bir bakmalı aslında
düşünmelisin diye not alıyorum. Bizim pamuk prensesimiz. Saçmalama masal
böyle değildi diyen pamuk prensesimiz. Çekmeceyi kapatıp – çekmece
meleği adımı yalan der, hayat bir melek sen de çekmece ol demişti. Şimdi
anlıyorum kuytu-dingin-kusursuz-sesten ve ışıktan yalıtılmış-sonsuz
bizim-ardıma dönüyorum. Aynalı dolabın önünde durup gözlerime bakıyorum-
“ama hep aynı sözleri veriyor ve hep aynı bıçakla aynı şekilde canımı
acıtıyorsunuz, artık dayanamayacağım ve gitmek istiyorum. Üstelik benim
canım acıyor fakat alkışı siz alıyorsunuz sonra uğraş dur pansumanla.
Neymiş efendim usta sihirbaz, büyük gösteri, saçmalık! O bıçaklar gerçek
bile değil diyorum. Siz öyle sanın diyor son kez çıkarken kulisten.
Makyajını silmeyi unuttun diyorum fısıltıyla ben, kimse görmüyor nasılsa
diye düşünüyor o.
Rua’nın ellerinin titremesi olanaksız. El yazısının bozulmasına tercih ederdi konuştuğu dili unutmaya… uzun süre ortalarda dolaşma.1524-15847-6697 Kennedy/ PS : pamuk prensese sakın inanma..
Ama sizi uyarmışlardı sevgili cüceleriniz. Saçmalama masal böyle değildi
diyor. Özellikle nemli olurdu saçları yaz sıcağında serinliği
çağrışımlamak için- sardunyayı sulamalıyım- saçları ellerimde terden
nemli. Pencereyi açmadım hiç. Günlerdir pencereden bakmadım bile. Rua
öyle söyledi diye. Günlerdir. O kadar uzun ki. Pirinç mücevherat kutusu
elimde beni buraya neden getirdin diyor, kim getirdi buraya bu pirinç
mücevherat kutusunu diye düşünüyorum ben. Ve kapıyı açmamalıydınız, bu
kadar aç olmamalıydınız. Yememeliydiniz elmayı –sefil fare, manivela koş
koş,peynir, elektrik, bir daha o köşeye gitme, sakın öyle düşünme ,
düşünmek de ne sakın düşünme- yanılıyorsun ben böyle olmasını istemedim.
Üzülmediğimi mi sanıyorsun. Herkes için böylesinin daha iyi olacağını.
Sakindim çok çok ama çok zariftim o ana dek cevabımın yanlışlığını fark
edip bilgeliğin sonsuz bir zarafet taşıdığını ama zarafetin tek başına
duyular alemi olduğunu düşünüp idealar alemi ve mimesis çağrışımına
teslim olmuşken. Bizim için böylesi diyor. Ağır olduğu konusunda ne
kadar haklı olduğumu düşünüyorum pirinç mücevherat kutusunun ve şiddetin
ağırlık üzerindeki etkisini incelemek için bkz. kütle –hız diye not
almam gerektiğini.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder