oik0s marsseh
30 Eylül 2013 Pazartesi
sözcük evi: Petrol Kafe
Buradan gün ışığını ay ışığını, dünyaya ait doğal herhangi bir ışığı göremezsiniz. Sadece kahve kadar koyu, petrol kadar parlak, yağlı ve ayna ışıltısında bir karanlıkta birkaç masada tek tük küçük mumlar vardır. Kahveniz gelir ve kendinizi fosiller kadar eski ve yalnız hissedeceğinizin garantisini de kahvenizle birlikte masanıza bırakır garsonumuz. Kek? Çok nadiren kek isteyen misafirlerimiz olur. E onlara da tadı hiç de öyle eşsiz, nefaset falan olmayan bir dilim muhtemelen birkaç günlük kekimizi mikrodalga fırında ısıtarak ikram ederiz. İçerde yalnız Serge Gainsborg çalar. Müzik kutusuna para atmayınız. Bu karanlıkta yalnızca nostaljik bir objedir o. Tıpkı içindekilerin neredeyse hiç birini bulundurmayan menü, neredeyse hiç kullanılmayan tabaklar ve çatallar gibi… Sadece nostaljiklerdir.
21 Ağustos 2013 Çarşamba
Sözcük Evi: Suretin altın çağı
(...)
Gördüğünüz
üzere her sınır ihlali oldukça cesur eylemlerden oluşmaktadır. “Evet ancak yaşamda kalma temel güdümüze en
yakın olanı cesaretten çok korku olmalı sevgili dostum. Aksi takdirde mağrandan
kalkıp buralara kadar gelemezdin öyle değil mi?” diyor Tilki.
Görmüş olmak yeterli bir tanıklık değildir.
Zira barutu koklamadan, parçalanmayı duymadan tanık olamazsınız bir savaşa. Bu
da bizi canlı yayınlarda savaşları, tam da o an canlı canlı atılan bombaları, füzeleri izleyerek
yediğimiz akşam yemeklerine götürür.
“11
yaşındaydım ve bunu tam da bu şekilde o zaman fark etmiştim. Midemin
bulandığını hatırlıyorum. Akşam yemeği yiyorduk. Haberlerde dünyanın geri
kalanı olarak canlı yayında bir savaşı izliyorduk. Sonra bir dünya geleneği
oldu bu. “Görmek” ve “Göstermek” bizi modern sonrası bir “kuşkuculuğun”
eşiğinde bıraktı. “gördüğüm ancak etkilenmediğim korkunç olayların “gerçek”
olmadığını düşünmeye başladım diyor” Dikiş iğnesi kız.
Sana neden böyle
diyorlar diye soruyorum. Bilmem, ismim bu benim diyor. Kapıdayız. İçeri girmeye
ve bu yolla “dışarı çıkmaya” başlangıçta istekli olanlar da çekimser artık.
Herkes mağarasını, kendi saçmalığını, varoluşunun absürd doğasını seviyor.
Kimse dışarı çıkmak istemiyor. Kapının önünde biriken kalabalığı gerimde
bırakarak ilerliyorum koridorda. Bir parça kek ve kahve bulmalıyım.
16 Temmuz 2013 Salı
Koridor 46- 71. Oda-Mahçup tutumlar atölyesi
Sorun
şu ki; misafir arkadaşım mahcubuz biz!
Yani? Diye soruyorum. Yani, her
durumda “aşık sanıyorlar”. Gülümsememe engel olamıyorum. Bunun neresi kötü
olabilir diye düşünürken maestro sözlerini sürdürüyor. Asıl sorun ise gerçekten
aşık olduğumuzda bu mahçup tavırlarımız yüzünden bizi zayıf karakterli ve
sorunlu buluyor oluşları. Kimlerin? Diye soruyorum bu hayalet değirmenlere
saldıran adama. Kendinden emin olan kadınlar, adamlar…herkes diyor. Ansızın
üzülüyorum bu topluluk için.
Salonda çıt çıkmıyor, herkes, bütün berjer koltuklar, odanın sonundaki şömine, her şey bir cümle kurmamı ve bu odanın sözcük evrenini değiştirmemi umuyor. Bunu görüyorum, direkt gözlerime doğrultulamayan gerçekten kelimenin tam anlamıyla mahçup gözlerinde… Ve “Bazen zayıflıklarımız sanılanın aksine en güçlü yanlarımız olabilir” diyorum…
Salon çoşku ve ilgiyle devam etmemi istiyor..Maestro alkış seslerini yönetir gibi birkaç el devinimi ile beni daha fazla konuşmaya, dile, sözcüğe iteliyor. Pekala. Örneğin bence; gerçekten kendisine güvenen insanların derin ve samimi hissidir mahçubiyet zira övgüye ve diğer insanları ezecek herhangi bir davranışa gerek duymayan yetenekleri, büyük hisleri ve incelikleri vardır mahçup insanların…Sıklıkla utangaç sözcüğünün sınırlarına sürülseler de gerçekten mahçup insan bir diğerinin daima bir parça daha takdirini zaten, doğal ve kendiliğinden hak edendir. Yani bence çok azdır vay be ne dize yazdım, nasıl iyi çizdim diyen şairler ve ressamlar..ha bir de mahçup insanlar neredeyse daima yalnızca kendilerini eleştirmekle meşgul insanlardır ve hak verirsiniz ki öz eleştiri müthiş iyi bir meziyettir…
Ve alkışlanıyorum, az önce burada bu salonda bu topluluğun beklediği bir modern zaman mehdisi ya da keşişine tamamlandığıma yemin edebilirim. Mahçup tutumlar atölyesini parmakuçlarımda terk ederek ardımda hayli coşkulu bir topluluk bırakıyorum neredeyse mahcubiyetleri kalkanlarına dönüşmüş tuhaf bir topluluk.
Salonda çıt çıkmıyor, herkes, bütün berjer koltuklar, odanın sonundaki şömine, her şey bir cümle kurmamı ve bu odanın sözcük evrenini değiştirmemi umuyor. Bunu görüyorum, direkt gözlerime doğrultulamayan gerçekten kelimenin tam anlamıyla mahçup gözlerinde… Ve “Bazen zayıflıklarımız sanılanın aksine en güçlü yanlarımız olabilir” diyorum…
Salon çoşku ve ilgiyle devam etmemi istiyor..Maestro alkış seslerini yönetir gibi birkaç el devinimi ile beni daha fazla konuşmaya, dile, sözcüğe iteliyor. Pekala. Örneğin bence; gerçekten kendisine güvenen insanların derin ve samimi hissidir mahçubiyet zira övgüye ve diğer insanları ezecek herhangi bir davranışa gerek duymayan yetenekleri, büyük hisleri ve incelikleri vardır mahçup insanların…Sıklıkla utangaç sözcüğünün sınırlarına sürülseler de gerçekten mahçup insan bir diğerinin daima bir parça daha takdirini zaten, doğal ve kendiliğinden hak edendir. Yani bence çok azdır vay be ne dize yazdım, nasıl iyi çizdim diyen şairler ve ressamlar..ha bir de mahçup insanlar neredeyse daima yalnızca kendilerini eleştirmekle meşgul insanlardır ve hak verirsiniz ki öz eleştiri müthiş iyi bir meziyettir…
Ve alkışlanıyorum, az önce burada bu salonda bu topluluğun beklediği bir modern zaman mehdisi ya da keşişine tamamlandığıma yemin edebilirim. Mahçup tutumlar atölyesini parmakuçlarımda terk ederek ardımda hayli coşkulu bir topluluk bırakıyorum neredeyse mahcubiyetleri kalkanlarına dönüşmüş tuhaf bir topluluk.
26 Haziran 2013 Çarşamba
SÖZCÜK EVİ: Mutlak Kedi Felix
Mutlak Kedi Felix
Felix; bir
kediye duyulabilecek sevginin diğer kedilere duyulan sevgilere olan uzaklığının
adıdır. Kara, (sarı, kahverengi, gri, kızıl ve beyaz hatta tekir bile olduğunu
söyleyenler vardır) bilge, muzur ve kesinlikle kaçak ve mutlaktır Felix.
Mutlak kedi ile ilgili değişmez kurallar
şunlardır:
-Herkes hayatı boyunca en az bir kez görmüştür ya da
görecektir onu.
-Herkesin hayatı boyunca en az bir kez rüyasına sızmıştır
ya da sızacaktır.
-Felix; bir kedi olarak sahibini daima seçer, seçecektir.
-Herkes hayatı boyunca en. az bir kez başını okşamış, ona
yemek vermiş, duyulur duyulmaz bir sesle herkes anlamsız birkaç cümle
kurmuştur, kuracaktır onunla.
-Felix; hayatı boyunca uslu uslu kucağında durduğu herkesi
en az bir kez tırmalamış, dişlemiştir. Herkes hayatı boyunca bir
kez Felix’in bu tutumuna tanık olmuştur ya da olacaktır.
-Felix; asla özlendiği yere dönmez.
-Felix; güçlü bir hafıza, güçlü duygular demektir.
-Geceleri arabaların çatısında dolaşıp metal boya üzerine
tırnakları ile isminden oluşan imzasını kazırken siz mutlak rüyasını
görüyorsunuzdur onun.
-Felix ki lanet bir yakınlıktır.
Gözlerinden
süzülen yaşlar ve incecik bedenin derinliklerinden gelerek bu hali ile bu adamı
nefesli bir çalgıya tamamlayan sesi düşünüldüğünde, bahsi geçen kedinin onda
bıraktığı iz; iç burkucu, huzursuz
edici, hüzünlü…
İçli sesler çıkartarak devam ediyor Felix’i
özlediğini söyleyen adam: Atamız Küçük Prens’in gülünden, tilkisinden bugüne
yemin ediyorum ki kimse kimseyi bu denli özlememiştir. Kimse kimseye bu denli
alışmamış, kimse kimse için bu gözyaşını dökmemiştir. Felix! Benim güzel ve
acımasız kedim… ne anlarım ben köpeklerden… istediğim sadakatmiş, evet! Ancak
ben bir kedinin sadakatini istiyorum… senin sadakatini… (gözyaşları… gözyaşları… içli sesler… ıslak
mendiller…. böğürmeler… Felixx! diyerek)….
İnsan bu
odanın kapısında durmuş izlerken bu adamı üzülmeden edemiyor doğrusu… ve diğer
Felix severlerin ( ki neredeyse evrendeki insanların yarısına karşılık gelir
bu) adama anımsattığı son kuralın soğukkanlılığından hayrete düşmeden….
Son kural:
Siz Felix için bitap düştüğünüzde gerçekten bitmişsinizdir
sevgili dostum ve o en şık duruşu ile ağır kokulu, ışıklı bir caddeden diğerine
ilerliyordur. Belki Paris’te bir dada tiyatronun tentesi altında yağmurdan
koruyarak tüylerini… Belki Asya’da gizemli bir ana tanık oluyordur tüm
ciddiyeti ile… Mutlak olan şu’dur ki aziz dostum; siz gerçekten bu büyük olasılıkla bir daha
gerçekleşmeyecek karşılaşmanın yasını tutarken o tılsımlı sesler çıkartarak
arabaların metalik boyasına kazıyordur imzasını… sizi hiçleyerek.
23 Mayıs 2013 Perşembe
sümbül teber/ III
“bir
botanik uzmanı, botanikçi,adı her neyse o’yum ben.evet ben.bir botanik
uzmanıyım.”
Saçmalamayı
keser misin? Sen bir yazarsın, bak bunları da sen yazdın, evinde sadece üç
saksı çiçek ama yüzlerce kitap var..bak bakalım etrafına sence burada bir
botanik uzmanı mı yaşıyor? Hem sonra bunu niye yapıyorsun? Ben bu denli
aklından kurtulmaya çalışan bir adam daha tanımadım oğlum..kızlar falan..takıl
ya biraz..rahat bırak kendini, güven arkadaşına..sen bir yazarsın..oki..
-düşünmeliyim.
Bir
yazar?…sevmedim..evet okudum ama beğenmedim. Ama sen yazdın bunları, Nasıl yani
diye soruyorlar, tansiyonumu ölçüyorlar, beni sanat eleştirisi ile tedavi edin
amen diyorum…küsüp gidiyorlar…Bu kitapları sevdim…bitkiler..karmaşık. itiraf
etmeliyim ben daha kolay olduğunu düşünüyordum. Yani bunu düşünüyordum sanırım.
Hafızamı kaybetmeden önce..endemik bitkiler…haritalar, doğa haritaları….rengarenkler…evet
biraz zaman alacak ama olacak… bilmedikleri gerçekten neyi istemiş olabileceğim..sümbülteber?
….bilmem gündelik işleriyle meşguldür herhalde…ne bileyim. Yüzüme kapanan
telefon..yüzüme telefon kapatılmasından nefret ediyorum. Bir süre daha yasal
hakkım olan uzatmaları “oynayıp” sonra uslu bir yazar olup anlaşma gereği
kitabı yayın evine teslim etmeliymişim….evet size gerçekten bir çiçeğin hikayesini
teslim etmeyi çok isterdim diyorum eğer bunu nasıl yapabileceğimi bilseydim…
Sümbülteber/eskiz
şemsiyesini kapatmaya çalışırken
de telaşını sürdürür ve ben o an sadece şemsiyeye bakarım umarım kitapları
ıslatmaz diye. Gözlerinin tam da içinde beliren buğunun ısı değişimiyle bir
ilgisinin olup olmadığını, bu düşünceli hali ve hızla yüzüne yerleşen tebessümü
nereden bulduğunu düşünmem, merak etmem…Mutlak aradığı kitabı bulamayacak bir
başka kitabı daha önce aradığını anımsayarak alacaktı…zamanını bir türlü
yakalayamayan alışveriş…kıtalar arası bir seyahatin sağlık riskleri…tam da onun
merakı, endişesi, zevki..biraz da uyumadan önce osmanlı minyatür sanatı…
Gözlerini kısıyor…beslenen bir
kedi gibi…
Gözlerini kısıyor…
Bir diğeri miyop olduğunu farkediyor….
Sözcük kolajının
denenmişliği...tek tek…bir cümleye sorulan nerede ne zaman soruları, tarihe
sorulan sorular; bize cümlenin-durumun yüklemini ve öznesini, tümlecini vs.sini
verecektir ama anlamını vermeyecektir…zira anlam; müthiş görece, yer değiştiren
ve köpük olandır…. Bunları söylüyor…evet bunları…sümbül teber…
Bir kasiyer değil miydi o?
Bir kasiyer mi? Artık değil mi?
Bilmem sanki değil gibi..
Değil gibi?
Osmanlı minyatür sanatı?
Bak deniyorum tamam mı? Bir
botanik uzmanıyım ben yani olmaya çalışıyorum, çok istiyorum bunu, tüm hayatım
boyunca istedim ve çalışıyorum, o da biraz Osmanlı minyatür sanatı okuyabilir
herhalde değil mi?
Ve yazar başkaldırısını sunar
öyküsüne…
Ve yazar fazla Camus okur bence…
İyi geceler…
Sana da….
Buradan asla çıkamayacaksın…
kendine üçüncü beşinci kişi muamelesi yapman da bir şeyi değiştirmeyecek. Sen
buraya aitsin. Kelimelerden şemsiye, kelimelerden şapka yapma, ustasısın..isteyen istediği yere gidebilir.
Botanikmiş…hıh… Sen burada kalacaksın. Kemiklerin görününceye kadar yaşacaksın
burada. Şeffaf oluncaya kadar. Camekanların ardından izleyecekler seni nesli
tükenmiş bir hayvanı izlemenin merakıyla.. bana bunları neden söylüyorsun
sümbülteber? Sana bunları neden söylüyorum?
Bu bir anti edebiyat
tasarısı..bir dışarıdan bakma..sümbültebere..kahramana….yazarın inatla dışarda
bıraktığı…
Devam
edecek
14 Mayıs 2013 Salı
sözcükEvi
Sözcük
evi sizin kendinize oldukça çok benzediklerini düşündüğünüz insanlarla doludur
ancak yapının ihtişamlı büyüklüğü nedeniyle haklarında böyle düşündüğünüz
insanlarla bir araya gelme olasılığınız bir hayli düşüktür. Söylemeliyiz ki bu
durum sizi üzmesin çünkü bu his tam bir yanılsamadır. Sizi Beckett’e taşıyan
yol ve deneyim bir başkasının akşam atıştırması olabilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)