21 Ağustos 2013 Çarşamba

Sözcük Evi: Suretin altın çağı

(...)



Gördüğünüz üzere her sınır ihlali oldukça cesur eylemlerden oluşmaktadır. “Evet ancak yaşamda kalma temel güdümüze en yakın olanı cesaretten çok korku olmalı sevgili dostum. Aksi takdirde mağrandan kalkıp buralara kadar gelemezdin öyle değil mi?” diyor Tilki.
 Görmüş olmak yeterli bir tanıklık değildir. Zira barutu koklamadan, parçalanmayı duymadan tanık olamazsınız bir savaşa. Bu da bizi canlı yayınlarda savaşları, tam da o an canlı canlı  atılan bombaları, füzeleri izleyerek yediğimiz akşam yemeklerine götürür. 

11 yaşındaydım ve bunu tam da bu şekilde o zaman fark etmiştim. Midemin bulandığını hatırlıyorum. Akşam yemeği yiyorduk. Haberlerde dünyanın geri kalanı olarak canlı yayında bir savaşı izliyorduk. Sonra bir dünya geleneği oldu bu. “Görmek” ve “Göstermek” bizi modern sonrası bir “kuşkuculuğun” eşiğinde bıraktı. “gördüğüm ancak etkilenmediğim korkunç olayların “gerçek” olmadığını düşünmeye başladım diyor” Dikiş iğnesi kız. 

Sana neden böyle diyorlar diye soruyorum. Bilmem, ismim bu benim diyor. Kapıdayız. İçeri girmeye ve bu yolla “dışarı çıkmaya” başlangıçta istekli olanlar da çekimser artık. Herkes mağarasını, kendi saçmalığını, varoluşunun absürd doğasını seviyor. Kimse dışarı çıkmak istemiyor. Kapının önünde biriken kalabalığı gerimde bırakarak ilerliyorum koridorda. Bir parça kek ve kahve bulmalıyım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder